Giuseppe Verdi | İtalya’da Direniş’in Sembolü

“Gerçek bir sanatçı, yaratma sürecindeki acıları göze almalı. Biz ancak bu şekilde güzellikleri yakalayabilir ve ifade edebiliriz.”

Giuseppe Verdi

Giuseppe Verdi, çağdaşları gibi harika çocuk değildi. Piyano üzerindeki hakimiyeti zayıftı ve ilk denemesinde Milano Konservatuvarı’na girmeyi başaramamıştı. Ama müziğe olağanüstü ilgi duyan sanatçı, sınavı kazanamayınca amacından vazgeçmemiş, bir şeften dersler almaya başlayarak küçük parçalar ile müzikteki ilk denemelerini gerçekleştirmişti. Yaşadığı başarısızlıklara boyun eğmeyip kendi yolunda devam etmesi, onun yaşamını pek çok açıdan değerli kılıyor. Çünkü hayat onu zorlamaya hep devam edecekti…

Yazdığı ilk eserlerde beklenen etkiyi gösterememişti. Tüm bunların üzerine, birer yıl arayla; 1838 ve 1839’da henüz 1 yaşında olan iki çocuğunu da kaybetti. 1840 yılına gelindiğinde ise, bir de eşinin erken ölümüyle yüzleşmek durumunda kalacaktı. Bu sancılı süreçte Verdi, hala tanınmayan bir besteciydi. Filarmoni Derneği’nin iki yeni opera talep etmesinden sonra, gişe kaygıları yaşayan opera müdürü; Verdi’den komik opera yazmasını istemişti. Ama o, yaşadığı ağır kayıplardan sonra bu talebi yerine getirebilecek bir ruh hali içerisinde değildi. Ancak daha sonra kaderin değişeceği noktaya geldi. Opera müdürü, bu sefer Verdi’ye; onu üne kavuşturacak Nabucco adlı eserin sözlerini verdi. Bu eserin konusu, özünde zulme baş kaldırıştır. Avusturya’nın İtalya’yı işgal ettiği bir zamanda, ülkesinin yaşadığı durumla benzerlik olmasından dolayı, Verdi; bu eser üstünde çok iyi çalışmış ve sahnelenmesi İtalya’da olay yaratarak Verdi’yi bir anda üne kavuşturmuştur.

Efsaneye göre bu operanın provaları yapılamadı. Çünkü müzikten etkilenen makinist ve ressamlar, işlerini bırakıp kendilerini müziğin heyecanına kaptırıyorlardı. Verdi, direniş duygusuna hitap etmesini çok iyi biliyordu ve onun bir başka eseri olan Legnano Savaşı, 1848 de açık savaşa dönüşen İtalya’nın birleşme hareketine verdiği kesin bir cevaptı. Daha önceki eserlerinde de kurtuluş ya da isyan çağrısı yapan koroların olduğuve bazılarının devrimcileri toplamaya yönelik çığlıklar olarak algılandığı sık sık söylenir. O dönemde devrimin müzik ustası olarak ün salan Verdi’nin; “Va, pensiero” parçası, 100 yıl sonra 1990 yıllarında bile, İtalyan komünist mitinglerinde hala duyuluyordu.

Verdi ile sonuna gelen Romantik Çağ’dan sonra, müziğin ulusallaşması dönemi geliyor. Wagner’in Alman milliyetçisi olması gibi, Verdi de büyük bir İtalyan milliyetçisiydi. Hatta Wagner’in Yahudi müziğinin zararlarını anlatan makaleyi kaleme alması gibi, Verdi de Alman müziğinin İtalyanlar için tehlike arz ettiğini söylüyordu. Öyle ya da böyle, Verdi; İtalya’da direnişin sembolü oldu. Avusturya işgali altındaki İtalyan kasabalarının duvarlarına “Viva Verdi” sloganı yazıldı. Müziğiyle direnişe hiç de hafife alınmayacak şekilde etki eden Verdi, bu direnişten sonra İtalya’nın birleşmesini görecek kadar yaşadı. Sonrasında kurulan yeni parlamentoda, gönülsüzce de olsa milletvekilliği görevini üstlendi.

Wagner ve Verdi, opera dünyasının iki deviydi. Her ikisi de kendi yollarını çizerek sanat dünyasına katkıda bulunmuşlardır. Radikal tavrından ötürü, Wagner daha yenilikçi ve deneysel görülebilir ama Verdi de kariyerinde kendi özgün yolunu çizmişti. Sadece, Wagner gibi bunu herkese karşı bir şekilde değil; herkesle birlikte yapmak istemiştir. Verdi’yi Wagner’den ayıran en büyük özellik, bestelerin orkestranın bütünlüğü tarafından değil; melodiler tarafından yönlendirilmesiydi ve sözleri müziğin yardımcısı olarak değerlendiriyordu. Belki son dönem eserlerinde görülen temsil motifleriyle, Wagner’den biraz rol çalıyor gibi olabilir ama onun yolu; diğerlerinden kolayca ayrıştırılabilen, özgün bir yoldu.

Operaya daha önce hiç dokunulmamış bir konu yelpazesi getirdi ve güçlü olduğu kadar; ince, nazik ve atmosferik de olabiliyordu. Ulusal bir figür haline gelse de, Verdi de romantik dönemde var olmanın hakkını vererek; daha önce duyulmamış şeyleri denemeye başladı. Örneğin, “Macbeth” adlı eseri alışılmadık bir türdeydi. Ve bu rol için dönemin büyük şarkıcılarından birinin seçilmesine kesinlikle karşı çıktı. Çünkü o, karakterin çok güzel ve hoş biri olmasını, çok iyi bir sesi olmasını istemiyordu. Verdi’nin aradığı; çirkin, şaşkın ve şarkı söyleme becerisi çok da iyi olmayan biriydi. İyi bir şarkıcının sesi meleksi olabilirdi ama o daha çok şeytani şeylerin peşindeydi. Bu karanlık ve Gotik atmosfer, dönemin dramatik yapısına hiç uygun gelmiyordu. Ama romantik kumaşını konuşturarak alışılmışlıkların dışına çıkan Verdi, çokça övgülerden sonra eleştirilere de hazırlıklı olmalıydı. Yine Orta Dönem eserlerinden olan “Rigoletto”yu, iki kişi; kadınların görmesi için fazla müstehcen olduğu gerekçesiyle, mahkemeye vererek yasaklatmak istemişti. Sanatçıların farklı şeyler denemek istediği dönemler olur. Zaten Romantik Dönem, biraz da keşfedilen yeni yollar demek. Ama önceki videolarımda söylediğim gibi, alışılmışlığın dışına çıkan kişi; karşılaşacağı tepkilere hazırlıklı olmalı. Bu durumdan Verdi de nasibini almıştı.

İtalya’da artık neredeyse bir kuruma dönüşen Verdi, son döneminde yüzünü Shakespeare’e döndü ve “Othello” ile ustalık seviyesine erişti. Bu eser, William Shakespeare’in aynı adı taşıyan oyunundan uyarlanmış ve insan doğasının karmaşıklıklarını, duygusal çatışmalarını, psikolojik derinliğin sınırlarını zorlayarak anlatmıştır. Yeni orkestral ve vokal teknikleri kullanan Verdi, bu eserleriyle tam anlamıyla sanatın zirvesine yerleşti. Verdi; ölümüne yakın, bir toprak zenginiydi. Arazilerini 20 yıl boyunca genişletme ve geliştirme programı, ona büyük bir servet kattı. Hayır kurumlarını finanse etti. Bunlardan en bilineni Milano’da hala faaliyette olan yaşlı müzisyenler için yaptığı bir ev projesidir.

Zorluklarla dolu bir gençliğin ardından, müziğe olan tutkusu ve yeteneği sayesinde; en büyük opera bestecilerinden biri olan Verdi, hayatının çeşitli dönemlerinde yaşadığı kayıpların ve zorlukların izlerini, eserlerine duygu yüklü bir derinlik ve anlam içerisinde katmıştır. Onun eserleri kimilerine göre sadece müzik tarihi ile ilgili değil, aynı zamanda insanın içsel dünyasını anlama ve ifade etme gücünü de gösteren; ölümsüz sanat eserleridir.

Bir sonraki videoda görüşmek üzere. Sevgiler’

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir