Bir Tür Yalnızlık; Beethoven

Nerede ve kiminle olursa olsun, insanın kaderine yalnızlık adlı bir son yazıldı. İstisnasız her insan için, doğumdan ölüme değin süren bir gerçek bu. Ama öyle zannediyorum ki bu durum, onunla yüzleşemeyecek kadar farkındalığını yitirmiş olan insanlar için bir gerçeklik niteliği taşımıyor. Bunun yanı sıra bu gerçeği apaçık olarak görebilenler için ise kabulleniş süresi bayağı uzun ve sancılı olabiliyor.

Yalnızlık kaçınılmaz son, bu kesin ama bu işin, biraz klişe tarafı. Ben biraz klişeden öteye gidelim diyorum. Mesela yalnızlığın bir çok çeşidi ve derecesi olduğu hepimizin malumu. Size burada tüm listeyi tek tek sıralayamam ama az çok bildiğim ve ileri derecesini tahmin ettiğim bir türünü size dilim döndüğünce anlatmak isterim. Ben ne yazık ki sıradan insanlar olmakta bir hayli zorlanan sanatçılar, filozoflar ve bilim insanlarının iç dünyalarında yaşadıkları yalnızlığın en acınası yalnızlıklardan biri olduğunu düşünüyorum.

İlk öncelikle size saydığım bu mesleklerdeki insanlardan bazılarını yalnızlık bakımından diğerlerinden ayıran şey nedir onu anlatmak ile başlayayım.

Bugün kişisel gelişim kitaplarının hepsine açıp bakabilirsiniz. Hani şu kendini geliştirmekte zorlanan insanların nasıl bir hayat sürmeleri gerektiği konusunda başkalarından yardım aldıkları kitaplardan söz ediyorum. O kitapların her biri mutlu olmanın yollarını açıklarken şöyle bir öğüt ile başlıyor; “Bir şey yapmak için başkalarına ihtiyaç duymayın, kendinize yetin.” Yani hemen hemen bütün hepsinin temeli normal insanların yalnız kalmak ile ilgili bir problemi olduğu gerçeğine dayanıyor. Halbuki hassasiyeti yüksek olanlar, baktığı yerde görünenden daha fazlasını algılama talebinde bulunan insanlar için, bunun tam tersini öğütlemek gerekiyor. “Bu içine kapanıklık ve yalnızlığa bir çözüm bulman gerekmiyor mu?”

İşte tam bu noktada biraz daha derine inmek için sizlerle ufak bir anımı paylaşmak istiyorum..

Yağmurlu bir kış günü yağmurun çok güzel yağdığını düşündüğümden onun sesini dinlemek için kendimi balkona atmıştım. Arkadaşım içeriden “Sen sigarayı bırakmadın mı, bu soğukta orada ne yapıyorsun?” dedi. Gerçekten de dışarı çıkmam için hiçbir sebep bulamamış olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum, üstelik sorusunda da samimiydi ve zaten ben de ona yalan söyleyememiş “Yağmur çok güzel yağıyor” diye cevap vermiştim. Sanırım hayatında ilk defa bir erkeğin böyle bir cümle söylediğini duymuş olacak ki ilk peşin bir duraksadı ve sonra bana dönüp “Onur, acayip adamsın vallahi” dedi. Yağmur sesini güzel bulmanın bir acayiplik olduğunu ilk defa orada anlamıştım. O günden sonra ben böyle ince şeylere önem vermeye devam ettim ve ben bu durumu durdurmadıkça yalnızlık seviyem de durmaksızın büyüyüp gitti.

Benim yaşadığım nedir ki? Derler ya devede kulak. Size başka bir şeyden söz edeyim.

Hayatının neredeyse tümünü müziğe adamış bir insan hayal etmenizi istiyorum. Ama burada bahsettiğim tutku öyle bir tutku ki, bir gün o adamın sağır kalması bile bir şeyler üretmesi için engel teşkil etmeyecek. Hatta sağır iken öyle bir senfoni yazacak ki kendisinden 200 yıl sonra yaşayan insanlar bile melodisine eşlik edebilecek. Böyle bir arzuya sahip kaç kişi tanıyorsunuz. Durun tahmin edeyim. Sıfır.. İşte yalnız olmak böyle bir şeydir..

Ludwig van Beethoven, 56 yıllık hayatına 700’ün üzerinde eser sığdırdı.

Bu sebepten mi bilmiyorum ama Christopher Wilkinson ve Stephen J. Rivele, senaryosunu yazdıkları “Beethoven’ı Anlamak” filminde Beethoven karakterine şöyle bir cümle söyletmişler; “Yalnızlık.. İşte benim dinim budur.” Biraz iddialı bir laf değil mi? Amerikalı besteci Bernstei ise Beethoven’ın bir eserini; “Tüm çelişkileri kusursuz bir varlık haline getirebilen bir adamın gizemli dehası.” olarak tanımlıyor. İnanın bana hiç de haksız sayılmaz. O müziğin içindeki uyumu öyle ince bir şekilde yakalamıştı ki, benim de bir şey söylemem gerekecekse; bizlerin onun gibi duymadığını, onun bu konuda da “yalnız” olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

Üryan gelinen bu dünyada elbet herkes yalnızdır ama “bir işe ömür adamak” diye bir şeyden haberi bile olmayan insanlar arasında, kimilerin hayatları diğerlerine kıyasla çok daha yalnız olabiliyor. Eğer onun ile hiç tanışmadıysanız en azından bir “Moonlight Sonata”ı dinleyin derim. Eserlerine kulak verecek olursanız, size aşina gelen birkaç melodisine illa ki denk gelecek ve onun müziğinde ufacık da olsa seveceğiniz bir şeyler bulacaksınız.

Sevdiğim bir çok eseri var ama ben iki tanesini aşağıya bırakayım..

Pathétique’den bir bölüm paylaşmazsam olmaz.

 

Klasik gitar aranjmanı ile 7. Senfoni.. Emre Sabuncuğlu’nun ellerine sağlık..

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir