Johannes Brahms | Alman Müziği’nin En Büyük 3. “B”si

Alman müziğinin üç büyük B’si: Bach, Beethoven ve nihayet Brahms.

Romantik dönemde neredeyse bütün sanatçılar klasik yollardan sıkılıp yeni şeylerin peşine düşmüşken, o geleneksel formlara bağlı kalarak kimsenin hayal edemeyeceği bir başarıya ulaşmıştı. Brahms’ın yaptığı şey aslında, kendi çağına kadar gelişen müziği sentezleyerek, evrensel bir müzik yaratmaktı. Öyle ki; kendisinden sonra gelen sanatçılar, geliştirilebilecek bir biçim kalmadığı için, yeni bir anlatım bulmak amacıyla eski geleneklere topyekün sırt çevireceklerdi. Romantik dönemden sonra modern zamana değin sürecek olan, geçmişin tüm kabullerini tepe taklak etme hikayesine daha sonra değineceğiz. Bugünün konusu, hem gelenekçi kalıp hem de zamanın diline ayak uydurabilen bir yolunu bulmuş: “Johannes Brahms”

6 yaşındayken piyanoya başlayan Brahms, bir harika çocuktu. Piyanodaki başarısı tartışılmazdı ve ailenin geçimine katkıda bulunmak için Hamburg’un karanlık rıhtımlar anda piyano çalmaya başladığında, yaşı sadece 14’tü. 17 yaşındayken çalışmalarını Macar besteci ve kemancı Remenyi’ye gösterdi. Brahms’ın yeteneğini gören ve piyano çalışını da beğenen büyük kemancı, ona, birlikte turneye çıkmayı önerdi. Bu, Brahms için yeni fırsatlar demekti ve onu Hamburg’da yaşadığı maddi zorluklardan uzaklaştırarak geleceğe umutla bakmasını sağlayacaktı. Öyle de oldu. Hannover’da, o dönemin usta kemancılarından Joseph Joachim ile tanıştı ve ömür boyu sürecek bir arkadaşlık serüveni başladı. Brahms’a Liszt ve Schumann ile tanışmasını öneren de Joachim’di. Brahms, Liszt ve çevresinden hoşlanmadı. Ne müzik ne de yaşam felsefeleri uyuşuyordu ama Robert Schumann ve eşi Clara, bu genç besteciye yakından ilgi gösterdiler. Schumann, onu; yayınlamakta olduğu Müziğin Yeni Dergisi’nde şu sözlerle andı:

“Alman Müziği’nin gelecekteki doruğu!”

Brahms, Schumann’a çok saygı duyuyordu. Clara’ya ise artan bir ilgiyle bağlıydı. Robert Schumann’ın erken ölümünden sonra Clara’ya hem maddi hem de manevi destek olmuş ve dostlukları uzun yıllar sürmüştü. Bazıları bu ilişkinin dostluktan öte olduğunu ileri sürer. Başlangıçta Brahms’ın Clara’ya karşı hisleri olduğuna dair genel bir kanı olsa da sonrasında yaşanan somut bir şey olmadığından, konu ile ilgili söylenenler biraz dedikodu gibi duruyor. Bu arada Brahms hiç evlenmedi. Çünkü kendisinin de farkında olduğu aksi kişiliği buna izin vermedi. Bir mektubundaki şu sözler, onun kişiliği ile ilgili belki bize bir şeyler söyleyebilir:

“Evimde bana karşı nazik olmaya, işler ters gittiğinde beni rahatlatmaya çalışan bir kadın olmasına dayanamazdım. Bana nezaketle davranılması, sanki ben bir hastaymışım gibi teselliye maruz kalmam beni çok utandırırdı. Ben hasta bir adamım ama başkasının iyileştirebileceği türden değil.”

1857 ve 1860 yılları arasında, Detmold Sarayı’nda koro şefliği ve piyano öğretmenliği yapmaya başladı. Brahms, bu işleri ona kendi çalışmalarını yapabilecek zamanı verdiği için seviyordu. Bu üretken dönemde ilk piyano konçertosunu ve bir de Si Bemol Majör oda müziğini yazdı.1 863’te Viyana’ya yerleşti ve Alman Requiem’i burada besteledi ve Bremen Katedrali’ndeki seslendirilişi çok büyük Yankı uyandırdı. Bundan sonra Brahms, büyük Alman bestecileri arasında anılacaktı. 1869’da yayınlayacağı Macar Dansları ile eserleri dünyanın her yerinde çalınacak kadar bir şöhrete ulaşan Brahms’ın başarısı artık tartışmaya açık değildi. O da tıpkı Beethoven gibi eserleri üzerinde çok çalışan bir isimdi. Macar Dansları üzerinde 6, Piyano Dörtlüsü üzerinde 18, 1. Senfoni’si üzerinde tam 20 yıl çalışmıştı.

Sanatçıların bir eser üzerinde 10-20 yıl gibi uzun süreler boyunca çalıştıklarını daha önce de duymuşsunuzdur. Tabii ki bu süreçleri aralıksız bir çalışma olarak algılamamak lazım. Bir eser için sanatçıların hissettiği şeyler dönem dönem farklı olabilir. Eserin son haline kadar yaptığı değişiklikler genelde sebepsiz olduğu için, eserlerine neden değişik zaman aralıklarında devam ettiklerinin de bir cevabı yoktur. Bazen kariyerinin başında esinlendiği bir fikri bütünlüğe kavuşturmak için, yıllarca sanatının olgunlaşmasını bekler. Beethoven’ın Son Senfoni’si 8 yıl, Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa’sı tam 14 yıl sürmüştü.

Klasik örneklerin kendi döneminde bitmeye yüz tuttuğunun farkında olan Brahms, yitirilen şeye duyduğu hüznü kendi salt müziğine aktarmış gibi görünüyor. Joseph Haydn’ın bir teması üzerine, “Çeşitlemeler” adlı eseriyle kendine Senfoni konusunda güven duymaya başlayan Brahms, 1. Senfoni’sini 20 yıllık emeğinin ardından 1876’da tamamladı. Sanatçı bu eseriyle; kendi özgün tarzını, duygusunu ve yeteneğini tam anlamıyla ortaya koymuştur. Hans von Bülow, bu eser için “Beethoven’ın 9. Senfoni’sinden sonra 10. Senfoni” tanımını yapmıştır. İsviçre’de yaşadığı dönemde göl kenarında bestelediği Re Majör 2. Senfoni, dinlerken insana sanki dünyada herhangi bir problem yokmuş gibi hissettirir. Onun varyasyon bulma konusundaki eşsiz yeteneği, Bach’ın 150 No’lu Kantat’ından aldığı basit bir temayı, 30 farklı karmaşık varyasyon ile bir bütün haline getirerek yazdığı 4. Senfoni’sinde açıkça görülüyor. Bu arada Brahms, Cambridge Üniversitesi’nin ona vereceği doktora unvanını, deniz yolculuğundan hoşlanmadığı gerekçesiyle reddetmişti. O, fahri doktora unvanını Breslau Üniversitesi’nden alacak ve üniversiteye teşekkür mahiyetinde Akademik Festival uvertürünü besteleyecekti. Bu gelişmelerden sonra, Liszt ve Wagner hayranları her ne kadar onun müziğinin etkisiz ve demode olduğunu söylemeye devam etseler de artık kazandığı başarıyı tam anlamıyla hissediyorlardı.

Brahms’ın kendi çağıyla ilişkisine dönecek olursak, romantiklerin anda yaşanan duygulara özen gösterip hikayelere psikolojik derinlik katmalarının ve armoni dünyasında yeni şeyler denemelerinin aslında iki önemli sonucu olmuştu:

  1. Rapsodi gibi genellikle yapı eksikliği ile sonuçlanan yeni bir eğilim vardı.
  2. Müziğin gelişim hızı yavaşlamıştı. Bu nedenle parlak, büyük müzik yazma arzusu, iyiden iyiye zayıflamıştı.

Brahms bunun farkındaydı ve bu durumu reddetti. Bu onun eski tarzları yeniden ürettiği anlamına gelmiyor. Kendi çağında, kendinden önceki bestecileri en iyi tanıyan isimdi ve onlardan öğrendiklerini kendi zamanına taşıdı. Dönemine romantiklerden farklı olarak; yıkıcı değil, yapıcı bir etki yaratmayı amaçlayan Brahms, bunu çok ciddi bir başarıyla sağlamıştı.Yıkıcı derken tabii ki Wagner ve ekibinden bahsediyorum. Bu arada bu iki karşıt grup arasındaki hikayeye şunu da eklemek lazım: Brahms; 1860’ta, bir grup arkadaşı ile birlikte, Wagner’in yeni Alman akımına karşı çıkan bir bildiri yayınlamıştı. Wagner’in müziğini beğenmediği çok açıktı ama yine de ondan her seferinde saygıyla söz ediyordu. Bu tartışmaların alıp yürüdüğü bir ortamda, Brahms’ı şu açıdan tebrik etmek lazım: Romantik çağda bir yandan yeni şeylerin aniden popüler olması muhtemel iken, geleneksel olan her şeye karşı da bir antipati gelişmişti. Sadece Wagner değil, Brahms’ın çağdaşları romantizmin o kadar etkisindeydi ki, geleneksel formlara bağlı kalarak kendi özgün müziğini oluşturmak neredeyse kimsenin aklına gelmiyordu. Brahms’ın gelenekçi tavrı, onun kendi çağıyla ayak uyduramadığı ya da romantik dönem sanatçısı olmadığı anlamına da gelmez. Zaten bu kadar yetenekli bir sanatçının, kendi çağına kulak kapatacağını varsaymak biraz anlamsız olur. En başta da söylediğim gibi o, hem gelenekçi kalıp hem de zamanın diline ayak uydurabilmenin bir yolunu bulan, eşsiz bir besteciydi. Eserleri genellike karmaşık kontrpuan ve özgün armoniler içerir. Ayrıca melodi hatlarının özenle işlenmiş olması, Brahms’ın müziğindeki romantizmi öne çıkartan unsurlardan bir tanesi. Yine de, onun kariyerini kısaca özetleyecek olursak; klasik formlara bağlılığı ve derin düşünce yapısıyla, genel romantizm atmosferinden farklılıklar gösterdiğini elbette söyleyebiliriz. Romantiklerin geleneğe karşı durmaları gibi, onların bazı yeniliklerine de karşı duruş sergileyebilecek bir isim lazımdı. Bunu da Brahms, çok iyi bir şekilde gerçekleştirdi. Bir sonraki videoda görüşmek üzere. Sevgiler!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir